Bir kuzey ülkesi olan Hollanda doğumlu olan Gogh'un asıl adı Vincent Willem Van Gogh'dur. Ailesinin hemen hemen tüm bireyleri din adamı olan Gogh, Protestan'dır. Ailesinden farklı olarak dindeki doğruluk kavramına ve duygusal kurgulara asla bağlılık hissetmeyen Van Gogh'un hayatı da tam bu noktada şekillenmeye başlamıştır. Başlangıçta henüz ressam değilken saltçılık doğrultuundaki merak ve susamışlığını Protestan Kilisesi'nde gidermek isteyen Gogh, kilisenin gereğinden fazla gayretkeş davranması sonucunda eğiliminden saptırılmış ve üstlenmek istediği özel görevden yoksun bırakılarak hayal kırıklığına uğramıştır. Bu nedenle de Van Gogh çareyi Borinage'a gitmekte bulmuştur. Buradaki toplumun ne denli bakımsız, yoksul ve horlanmış durumda olduğunu gören ressam, yörünge dışı kalmış düşkünün biri olarak ifade edilebilir.. Bu düşkün, ilk eserlerini bu bölgedeki yoksul madenci ve işçi ailelerini yansıtmaya çalışarak oluşturmuştur.. Zamanla yeryüzünde gezilecek bir çok müze ve sanat eserinin bulunduğunu öğrenen Gogh, kendini resim alanında biraz da bu sayede geliştirmeyi başarabilmiştir.. Uzun ve karmaşık bir hayata sahip olan Van Gogh'un hayat hikayesini aşağı yukarı hepimiz biliyoruz, depresyonlar, vazgeçişler, isyanlar.. Peki bunlar Van Gogh'un eserlerine nasıl yansımış, bir de bunlara bakalım..
Eserleri incelemeye ilk olarak üzerine en fazla konuşulan ve hatta en fazla tartışma yapılan Van Gogh resmi olan Yıldızlı Gece'den başlamak istiyorum. Van Gogh hayranı biri olarak en sevdiğim eseri de diyebileceğim bu eserin hikayesi ise biraz can yakıcı.. Boyaları kullanırken ki özgün tekniği ve kendine özel fırça darbeleri ile hafızalarımıza en çok bu resim ile kazınan Van Gogh, bu eserini psikolojisinin iyi olmadığı bir dönemde, Saint Remy'deki bir akıl hastahanesinde yatarken çizmiş.. Sıkça gelen nöbetler yüzünden akıl sağlığını iyiden iyiye yitiren Van Gogh'un bu eseri için odasının camından güneşin doğuşunu izlediği ve gördüğü manzaraya kendi hayal gücünü de katarak bu eseri oluşturduğu düşünülüyor.. Bir diğer görüşe göre ise Ay'ın ve Venüs'ün tabloda görünmesi, kardeşine yazdığı mektuplardaki saatlerin incelenenerek gökyüzünün o saatteki konumuyla bağdaştırılıyor. 25 Mayıs 1889'da saat 04.40'da gökyüzünün bu görünümde olduğunu düşünen Van Gogh, kendi muhteşem fırça darbelerini de katarak işte böyle muhteşem ve unutulmaz bir eser bırakıyor kendinden geriye.. Pek çok şiire, pek çok romana konu olan bu ünlü eser, Don McLean'ın da ünlü şarkısına ilham kaynağı olması ile biliniyor..
Bir diğer önemli eserini ise Fransa'da bulunduğu sırada tamamlayan Van Gogh, Cafe Terrace'ın yine hayal dünyası ve kendine has fırça darbeleriyle resmedilmesiyle oluşmuş.. Kafeyi gece vakti gören Van Gogh, renklerinden çok etkilendiği için resmini gece manzarasında çizmek istemiş ve az ışık altında resmetmeye başlamış.. Bir mektubunda ise bu resimden şöyle bahsediyor: “Yıldızlı bir akşamda o kafenin dışarıdan görünüşü, en az yıldızlar kadar parlak. Tabloyu karanlıkta gördüğüm renklerle resmedeceğim. Kafenin sarısı benim gördüğüm sarı olmayabilir, hatta yerdeki taşların rengi başka bile olabilir… Şu bir gerçek ki, gece ışığında yeşil yerine mavi görebilirim, lilayı mor seçebilirim. Ama beyaz ışıktan, mum ışığına geçtiğin zaman en zengin sarıları ve turuncuları yakalayabiliyorsun.” Buradan bile anlayacağımız üzere ressam duygusal anlamda yoğun günler geçirdiği dönemlerde en güzel, en nadide eserlerini ortaya çıkarmış.. Bu arada şunu söylemeden geçmemeli, Cafe Terrace hala Van Gogh'un gördüğü yerde, gördüğü şekilde varlığını sürdüren bir kafe.. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın derim..
Bu eser ise belki de aralarında hüzne, yalnızlığa ve karmakarışıklığa yer veren Van Gogh eseri.. Zaten hayatının büyük bir çoğunluğunu yalnız geçiren bir adamın kendine yakın görüp onunla kalmasını istediği arkadaşı Paul Gauguin'in evi terk etmesi üzerine Van Gogh'un bipolar ve manik-depresif ataklarının sonucunda kulağını kesmesi sonucunda oluşmuş bir eser bu.. Bilmeyenler için Paul Gauguin'den biraz bahsetmek istiyorum.. Narsist kişilik bozukluğunun fazlasıyla görüldüğü bir sanatçı olan Gauguin'in yolu bir şekilde Van Gogh'la birleşir ve tanışırlar. Hem Van Gogh'un psikolojik bunalımları, hem de Gauguin'in anksiyete krizleri ve depresyonları birleşince iki ressamın da eserlerinde ölüm, ızdırap, hastalık, mezarlık gibi temalar kaçınılmaz olur.. Mavi renk ile tüm bu kasfeti resmeden sanatçıların bu dönemine ise " Mavi Periyod " adı verilmiş.. Gauguin'i zamanla kendine yakın gören Van Gogh'un bir ev kiralaması ve oraya tüm sanatçıları toplama isteği üzerine Gauguin bu teklifi sırf Gogh'un psikolojik rahatsızlıklarından ve ruh hallerinden ötürü reddetmiş.. Umudunu yitirmeyen Gogh, Gauguin için özel bir oda hazırlamış ve yatağın baş ucuna da çok sevdiği " Ay Çiçekleri " tablosunu asmış.. Bunu duyan Gauguin Van Gogh'un teklifini kırmayarak eve yerleşmiş.. Bir dönem beraber yaşayan iki ünlü ressam 23 Aralık 1888'de büyük bir kavga etmiş ve Gauguin evi terk etmiş.. Depresif hali nedeniyle oldukça acı çeken Van Gogh, işte bu olaydan sonra ani bir bunalım geçirerek kulağını kesmiş ve hastahanelik olmuştur..
Ve son olarak şu an Amsterdam Müzesi'nde sergilenen ve Van Gogh'un hastanede kaldığı dönemde bir sel sırasında büyük hasar gören yatak odası resminin hikayesinden bahsetmek istiyorum.. Bir önceki eserde Van Gogh'un Gauguin'i gelmeye ikna edebilmesi için bir oda hazırladığını ve bu odaya ünlü eserlerinden biri olan " Ay Çiçekleri " ni astığından bahsetmiştim. İşte o oda burası.. Duvarlarında sanatsal yetkinliğini göstermeye çalıştığı birden fazla resim ile Gauguin'in gelmesini bekleyen o minik oda.. Bu eserin en ilgi çekici yanlarından biri resimdeki her şeyin çift resmedilmiş olmasıdır. Bu da bize Van Gogh'un yalnızlığa daha fazla dayanamadığını ve yanına bir yoldaş aradığını anlatmaktadır. Kardeşi Theo ile mektuplaşırken de odadan sıklıkla bahseden Van Gogh, eşyaların biçimleri ve renklerine kadar her şeyi gözüyle gördüğü şekilde anlatmaktadır. Klasik tarzlara uyum sağlamayı sevmeyen ressam bu odayı resmederken ise oranları önemsememiş ve odayı sıradışı bir şekilde çizmiştir. Neredeyse 1 yıl sonra ilk resmin kopyasını yeniden oluşturan Gogh, duvar dokularının, zemin kaplamalarının, sehpanın üzerinde bulunan eşyaların ve duvarda asılı portrelerin tamamen değiştiği bambaşka bir oda ile karşımıza çıkmaktadır. Buradan da ressamın nasıl bir bunalım içinde olduğunu ve bu bunalımın ne derece ilerlediğini anlayabiliriz.. Hayatı ızdıraplarla ve yalnızlıkla geçen ünlü ressam Van Gogh'un en sevdiğim eserlerini sizlerle paylaşmak istedim.. Umarım faydalı olmuştur, sevgiler!